27 Ekim 2010 Çarşamba

Kitaplar


Acaba ne kadar zaman oldu kitaplarla ilgili bir şey yazmayalı. Yorum yapmak çok zor geldiğinden olsa gerek devamlı öteliyorum.

Dün akşam Son Ada'yı okuyunca yazmadan geçemedim. Eğer benim gibi şimdiye kadar okumamış olanlar varsa kesinlikle tavsiye ediyorum. Zülfü Livaneli "bu ada"nın hikayesini çok güzel, çok yalın bir şekilde aktarmış.

"Şimdi buradayız işte. İşlediğimiz günahın kefaretini ödüyoruz. Bir adam tarafından kandırılmaya izin vermiş, onun peşine körü körüne takılmış olmamızın kefaretini; başkaldıran insan tanımını unutma, bencillik, öngörüsüzlük, vurdumduymazlık, diktatöre boyun eğme, küçük hırslarımıza kapılma günahlarının kefaretini. Gündelik yaşamımız içinde küçük boyun eğişlerimizden oluşan, küçük günahların hikayesi bu."

İkincisi Kayıp Gül. Serdar Özkan'ın ilk romanıymış. Kaş'ta küçük bir kitapçıdan hoş sahibesinin tavsiyesi üzerine aldığımız bu kitabı Baycım o gün bitirivermişti.  Ben ancak buraya döndükten sonra okuyabildim ve çok beğendim. Aynı şekilde bu kitabı da tavsiye ediyorum.  Bir akşamda okunabilecek, belki sonu önceden kestirilebilen ama yine de güzel bir kitap...

Üçüncü Anayurt. Dimitri Kakmioğlu'nun bu kitabını Bozcaada'da okumuştum. Hatta tatil yazısında  da bahsetmiştim. Rumların göç etmeden önce adadaki yaşamından kesitler sunan bu kitap o zamanları bir çocuğun gözünden anlatıyor. Sonraki yıllarda Avusturalya'ya göç eden ailenin ve onlar gibi nicelerinin göç etme sebeplerini ve Bozcaada'nın önceki zamanladaki halini merak edenler okuyabilirler...

Dördüncü Oya Baydar'ı Savaş Çağı Umut Çağı. 60'larda yaşayan bir gencin yirmi yaş güncesi olarak kurgulanmış. 47 yıl önce, yazarın yirmili yaşlarında yazdığı roman bir kitap şimdi tekrar basılmış. Bu kitabı herkes beğenmeyebilir, ben orta halli buldum.  Önsözden:

"Savaş Çağı Umut Çağı'nı 47 yıl sonra ilk kez yeniden okudum. Anlatılanların ne kadar güncel olduğunu, 60'ların gençliğinin sorunlarının, umutlarının, hayal kırıklıklarının, öfkelerinin, bölünmüşlüklerinin ve saflıklarının özünde ne kadar benzeştiğini görünce kendim de şaşırdım. Günümüz gençlerine, aynasında kendilerini görebilecekleri bir hikayeyi aktarmanın; benim kuşağımı ise o günlerin anılarına geri götürmenin cazibesine kapıldım. Küçük bir köprü kurmak istedim 50 yıl öncesine..."

Bir diğeri İpek Çalışlar'ın yazdığı Halide Edib'in biyografisi. Çok yoğun bir çalışmanın eseri olduğu her halinden belli olan bu kitabı,  döneminin en önemli karakterlerinden biri olan Halide Edib'in hayatına ve tabii ki döneme merak duyanlar okuyabilirler. Bundan önce okuduğum biyografi ile kesişmiş olması ayrıca hoş oldu.  Bu da Mahatma Gandhi'nin otobiyografisiydi. Fakat haksızlık etmek istemesem de şunu söylemeden geçemeyeceğim, neredeyse kusursuz, hatasız, günahsız bir Halide'nin karşımıza çıkması bende pek hoş bir etki bırakmadı.

Sonuncu tabiii ki Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası! Okumayana ceza verecekler diye korktuğumdan okudum :) İlk kez Ahmet Ümit okuduğumu belirtmeliyim. İstanbul'la beraber kurgulanmış bu kitap, tam da bu sebepten beğendiğim bir kitap. Çok da yorum yapmama gerek yok herhalde. Bırakın tarihini bilmeyi bu güzel şehirde yaşayıp denizi görmemiş olan insanların sayısını duyduğumdaki şaşkınlığımı hatırlıyorum da... 

20 Ekim 2010 Çarşamba

Bu mandala bayıldım

*

Belçika'da Chaudfontaine adlı parkta sergilenen bu dev mandala bayıldım. Tasarımcısı Mehmet Ali Uysal imiş.

freshome

18 Ekim 2010 Pazartesi

Aynalar


Tatilde kaldığımız yerlerden birinde antika ahşap aynalardan birkaç tane vardı. Tabii  buradakinden farklı olarak, onların aynaları da eskiydi  ve lekelenmişti. Evet öyle olunca kendini görmek daha zor ama eski aynalardaki yaşanmışlık hissi yenisiyle kıyaslanamaz.

Herkes için güzel bir hafta olsun...

Photobucket
Photobucket
Photobucket
Photobucket

11 Ekim 2010 Pazartesi

Kıştan 15 gün çaldım


Eylül sonu tatile çıkmanın artılarından biri bu olsa gerek :)

Biz tatillere hep eylül ayında çıkarız fakat bu sene baycımın işlerinden dolayı hayli gecikmeli oldu. Eylülde soğuk olur diye her sene vazgeçirildiğimiz Bozcaada'ya gözümüzü karartıp gittik.

Bu tatile bir isim vermek gerekse "kısmet" adını verirdim. Nereye gitsek hava ve deniz güzeldi. Bozcaada da öyle. Evet deniz biraz soğuk ama çok güzeldi.

Bence buraya ilk kez gidenler gezmeye Bozcaada Müzesi'nden başlamalı. Çünkü buradan ada ile ilgili kitaplar alıp Bozcaada günlerinde onları okumak çok faydalı ve hoş oluyor. Ama yasak olduğundan burada fotoğraf çekemedik.

Tabii ki kale de gezilecek yerler arasında...

Photobucket
Photobucket

İlk akşam rüzgar değirmenlerine gidip, güneşin batışını seyreden kalabalığın içinde yerimizi aldık.

Photobucket

Özcan Hanım'ın misafiri olmak, aşağıda görülen güzel masada harika bir kahvaltıyla güne başlamak, hoş sohbetten, önerilerden faydalanmak bir ayrıcalıktı.  Maalesef ilk gidişimiz olduğu için meleklerle dolu bu güzel evde az vakit geçirebildik ve "sokak çocukları" unvanını alarak uğurlandık :)

Photobucket

Bu sokaklarda gezmekten ve fotoğraf çekmekten sıkılmak mümkün değil.

Photobucket
Photobucket

En keyifli yemeğimizi  Sandal'da yedik
En çok Tuzburnu'nun denizini beğendik ( biz gittiğimizde Ayazma dalgalıydı)
Çamlıbağ Şarapları'ndan edindik
Göztepe'ye çıkıp 360 derece adayı seyrettik (yolu oldukça bozuk)
ve Rengigül'de kaldık.

Sonuçta biz bu adayı çok sevdik ve sonraki durak Cunda'ya doğru yola çıktığımızda aklımız burada kaldı...

Photobucket

Cunda Taş Kahve'de baycım çalışırken ben biraz fotoğraf çektim, sonra biraz dolaştık...

Photobucket

Ertesi gün zeytinyağı durağımız Has Ada'ya uğrayıp, yıllık ihtiyacı karşılayıp, Şirince'ye vardık. Aslında Şirince'ye gitmeden önce Kuşadası'nın Kirazlı Köyü'nden de zeytinyağı, organik sirke ve koruk suyu aldık. Dönerken Çamlık Köyü'nden geçerken tren müzesi dikkatimizi çekti.

Photobucket

  Burada iyi ki durmuşuz. Çok büyük bir alana yayılmış çok güzel bir müze.

Photobucket
Photobucket

Nihayet Şirince...

Photobucket
Photobucket
Photobucket
Photobucket

Sadece bir gece konaklayıp Bördübet'e doğru yola devam ediyoruz. Club Amazon'da çingene arabalarında kalmak iki senedir aklımda. Bu arabaların tavanı camdan. Yatarken ağaçları, yıldızları kalkınca sincapları görebiliyorsunuz. Ama burası bizim pek alışık olmadığımız kamp hayatına yakın olduğundan aklımda soru işaretleri var.

İlk gün biraz hayal kırıklığı. İkinci gün hımmm burası da güzelmiş aslında. Üçüncü gün  evet burası güzel bir yer şeklinde devam eden bir ilişkimiz oldu. Bir kere 4-5 günlük bir konaklama esnasında sıkılmaya fırsat yok. Çünkü akşam şarap eşliğinde gün batımı, gece kumsalda sinema, gündüz tekneyle koyları geziyoruz, akşam yemeğini kumsalda yiyeceğiz diye giden bir aktivite silsilesi var. Doğa ile içiçe tanımına en uygun yerlerden biri olabilir. Odanıza kurbağa girebilir, sivrisinekler iddialı, akşamlar serince ama buna karşın yıldızlar her zamankinde yakın ve oksijen her yerden bol, kendi plajından istediğimiz verimi alamasak da tekne ile gidilen koylar çok güzel, herkes samimi sıcak, bahsettiğim aktiviteler güzel...

Anahtarı da yanımıza alıp ayrılıyoruz, telefon edince "olsun, seneye de orada kalırsınız" diye bir yanıt geliyor :) Sonuç olarak biz burayı sevdik ve yine gideriz...

Photobucket
Photobucket
Photobucket


Buradan sonraki durak buraya oldukça yakın bir otel idi ama bu mevsimde bile doluyuz yanıtı gelince Kaş'a devam ediyoruz. Kaş Kalkan tamamen yabancı turistlere kalmış.

Photobucket
Photobucket
Photobucket

 Nihayet bu sene bahsedilen caretta carettalardan birini gördüm. Kocaman bir şey :)

Böylece buradaki soğuklar sırasında yazı 15 gün uzatmış, ruhu biraz dinlendirmiş şekilde geri döndük...