31 Ocak 2011 Pazartesi

Halsizlik sebebi


işte bu minik imiş :)) Geçen hafta onca halsizliğin ve uykunun sebebi benim deyimimle "bezelye". 

Belki bir süre olmayabilirim. Çünkü cumartesi aldığımız bu haberle birlikte, dolu şeyi merak ediyorum. Dolayısıyla bloga ayıracağım vakti başka şeyler okuyarak geçirmeyi tercih edeceğim. Tabii uyumaktan fırsat kalırsa ;)

Hepiniz için güzel bir hafta olsun...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Anneannem

Şu ara kitap okumam askıda. Öldürmeyeceksin'e (Hermann Hesse) başladım. İnatlaşma şeklinde gidiyoruz/gidemiyoruz. Bugün ise Anneannem'i (Fethiye Çetin) elime alayım bir karıştırayım istedim. Ama ödünç kitap okumanın en kötü yanı sonradan aklınıza geldiğinde elinizin altında olmaması. (Tabii okuduğunuz zaman geri verdiğinizi varsayıyorum) Başkasından kitap almayı bundan dolayı sevmiyorum.  Fakat kitap hakkında ödünç bir yazı alacağım.


 
Hrant Dink, "Şimdi yalnızlık zamanı", Birgün, 17 Aralık 2004

Bugün Aralık ayının 17'si...

Ülke olarak Avrupa'nın bekleme odasında geçirdiğimiz 40 yılın son saniyeleri bunlar... Az sonra değilse bile, biraz sonra karar belirginleşecek ve hayat da kaldığı yerden devam edecek. Tarihin tıp oynadığımız anlarından birindeyiz sanki.
       Her bir şey bir an için durmuş gibi... Brüksel'den gelecek ilk hareketin işaretini bekliyoruz.
       Ve siz bu satırları okurken muhtemelen ben o çok bildiğim ve sevdiğim bir garip yalnızlığı yaşıyor olacağım. Hani mesela, bütün bir seçim kampanyası boyunca koşturursunuz, didinirsiniz ve o seçim yasaklarının başlamasıyla birlikte hayat bir anda oy kullanmanın sessizliğine bürünür ve siz sonucu beklerken yalnızlaşır ve kendinizle başbaşa kalırsınız ya.
       Ya da evleneceksinizdir, tam bir telaş içindesinizdir, her bir hazırlık görülmüş, damat tıraşınızı da olmuş, bir başınıza evinize doğru yürüyorsunuzdur da anında bir yalnızlık hisseder, "Biraz önceki telaşı yaşayan kişi ben miydim?" diye kendinize şaşarsınız ya. İşte öylesi bir yalnızlıklayım şimdi.
       Fırtınanın dindiği anda, koca deniz dalgalarının dinginleştiği bir kıyıda, oturacak bir bank arıyor gibiyim.
       Islığımda Bethoven'in Avrupa marşı, cebimde Fethiye Çetin'in Metis'ten çıkan yeni kitabı. Anneannem.
       Bir yalnız kadının öyküsünü anlatıyor Fethiye Çetin kitabında. Heranuş'tan dönme Seher Nine'sini...
       Öykünün kitaplaşması 2000 yılında Fethiye Çetin'in AGOS gazetesine verdiği şu vefat ilanıyla başlar: "Onun adı Heranuş'du. Herabet Gadaryan'ın torunu. Üskühi ve Ovannes Gadaryan'ın biricik kızları idi. Palu'ya bağlı Habab köyünde dördüncü sınıfa kadar mutlu bir çocukluk yaşadı. Birden "O günler gitsin bir daha gelmesin" dediği acılarla dolu zamanlar yaşanmaya başlandı. Heranuş tüm ailesini kaybetti ve onlarla bir daha görüşemedi. Yeni bir ailesi, yeni bir adı oldu.
       Dilini, dinini unuttu, yeni bir dili ve dini oldu. Hayatı boyunca bunlardan hiç şikâyetçi olmadı ama adını, köyünü, anasını, babasını, dedesini ve yakınlarını hiç mi hiç unutmadı. Bir gün onlara kavuşma, onlarla kucaklaşma umuduyla 95 yıl yaşadı. Belki bu umutla uzun yaşadı, bilincini son günlere kadar yitirmedi. Heranuş nenemi geçen hafta kaybettik ve onu sonsuzluğa uğurladık. Sağlığında bulamadığımız yakınlarını (yakınlarımızı) bu ilan vasıtasıyla bulmayı, acıları paylaşmayı umuyor, 'O günler gitsin, bir daha yaşanmasın' istiyoruz."
       Bu ilan Amerikalara kadar ulaştı ve sonuçta Seher Nine'nin akrabaları bulundu. Seher Nine'nin kız kardeşi Marge yaşıyordu ve çocukları Fethiye Çetin ile bağ kurarak kendisini Amerika'ya davet ediyorlardı. Büyük buluşmanın tüm ayrıntıları kitapta yalın ve duygulu bir dille anlatılıyor.
       Buluşmanın fotoğrafları ise bir başına binlerce yazıya bedel.
       Fethiye, ninesinin elleriyle ördüğü banyo lifini ve onun kokusunu taşıyan ipek oyalı yazmasını alıp götürmüş teyzesi Marge'ye... "Sana onu getiremedim ama işte bunları getirdim" demiş. Fotoğraf altına da şu notu düşmüş Fethiye:
       "Ablasının hatırası lifi ve yazmayı okşuyor, açıyor, inceliyor sonra katlıyor, ama tekrar açıp tekrar bakıyor, tekrar okşuyordu. Bütün bunları yaparken de yüksek sesle inliyordu. Sessizce uzaklaştık ve onu ablasıyla baş başa bıraktık."

Bugün Aralık ayının 17'siydi değil mi?

Az sonra, şu içinde yaşadığımız sessizlik bozulacak, ortalık Avrupa Birliği'nin kararına boğulacak. Ve kaçınılmaz olarak da yalnızlık bitecek. İyisi mi gelin o gürültü kopuncaya kadar, daha şunun şurasında biraz vakit varken bu yalnızlığın tadını çıkaralım. Heranuş Yaya'mızın ya da Seher Nine'mizin yalnızlığıyla kendi yalnızlığımızı buluşturalım. Sizi temin ederim ki bu buluşma, Türkiye'yle Avrupa'nın buluşmasından çok daha önemli.  


kaynak: metis  

11 Ocak 2011 Salı

7 Ocak 2011 Cuma

Mermer


Mermer bazen çok hoş, bazen de çok soğuk görünüyor değil mi?

Herkes için güzel bir hafta sonu olsun :)

Photobucket
Photobucket
Photobucket
Photobucket

1. momoy   2. ve 5. adelto,  3. livingetc    4.  livingetc

5 Ocak 2011 Çarşamba

Turuncu


Turuncu enerji verir diye duymuştum. Aslında gerçekten cıvıl cıvıl, neşeli bir renk. Ama baskın şekilde kullanılınca yorucu olur gibi geliyor.  Bizim de salondaki yastıklarımız ve odada ilk dikkat çeken büyük resmimiz turuncu, kırmızı ve mor ağırlıklı. Peki öyleyse hani enerji, hımm?

Photobucket

Photobucket

Photobucket

Photobucket


1, 2, 5. Roland Persson   3, 4,   Patric Johansson